1 adet Don Tomas Cameroon Rothschild
ve
1 duble bol buzlu cardinal melone
Form is temporary,class is permanent.
2008= geri dönüş, yiğen, bol sıfırlı telefon faturaları, dört cenaze, bolca hastane ziyareti, ortalamanın üzerinde hastalık haberi, zatüre başlangıcı, alerjik tepkimeler, bir adet şampiyonluk, o şampiyonluğu getiren Fener galibiyeti, kendimi bolca masa üzerinde bulduğum bir Avrupa Şampiyonası, alışılmış bir kadıköy hüsranı, kariyerimi sorgulama safhaları, alınan riskler, 1,5 yılın üzerine gelen ihanet ve gzöümüze batan boynuzlar, gözyaşı, hayata paralel duruşuyla yıla damgasını vuran ileri derece obsesif dayı, bir ara salı olan sonra perşembelere kayan mekan buluşmaları (ritüel), Torezege'nin unutulmaz "i'll be back" yemeği, başkalarının hayatlarına kuşbakışı yorumlar, ömür uzatanlar, hayattan çalan top5'ler, devreden süper lotolar, brandon roy, ps3, dublin, rabit, cengiz özkarabekir, belo, otoriter yaklaşımlar, park yeri arama, , tahsilat makbuzları, banana republic, püskül, Sue Bird, yan flüt çalıp dans dersine giden ama telefonu hep meşgul çalan kız, damakta kalan tatlar, hancının kızı fotografçı rıza, avcılar, tuzla, metrobüs, cuma günleri, Sly ve yamağı, Japon minimal ve italyan yemekleri...
Cuma günü oynanan ve ilk yarısı ev sahibi takımın 4-0 üstünlüğü ile tamamlanan, Manchester City - Hull City karşılaşmasının devre arasından bir kare... Hull menajeri Phill Brown, ilk yarının son düdüğü çaldıktan sonra takımını soyunma odasına göndermeyerek, sahada oturtuyor.
Neden söylediğimi? Nereden aklıma geldiğini ve niye bu çağrışıma sebep olduğumu üzerinden saatler geçmesine rağmen çözemedim... Sadece bir anda Gary McAllister'ı kovmuşlar dedim. "Kewell sonrası Leeds beni ilgilendirmiyor" dedi. Sonra "Karısı kanserdi onun. N'oldu?" diye sordu. Herhangi bir malumatımın olmadığını vurguladım. Esasında konuyu orada kesip atabilirdim. Ben ne topçuydu ama ya diye devam ettirdim. Galiba biri beni dürtmüştü.Sanırım şeytandı.. ve bir anda parladı: "McAllister formam vardı. Sana vermiştim. Sağlamsa alayım artık." dedi. Yıllar sonra hatırladı. Kara bulut gibi çöktü üzerime...

Trabzonsporlu futbolcular, Avni Aker'de galip geldiği her maç sonrası sahanın ortasında "kolbastı" oynuyor. Şüphesiz bu performansı sergilerken en dikkat çeken isimler Song ve Yattara oluyor.Biri Kamerunlu diğeri Gineli iki futbolcunun Trabzon'a özgü kolbastıyı en iyi şekilde kotarmaya çalışıyorlar. Yukarıdaki kare de dün, Sunderland'in Hull City deplasmanında 4-1 galip geldiği maçtan. Kenwyne Jones ve Djibril Cisse , kolbastının İngiliz versiyonunu oynarken...
Bastian Schweinsteiger’in sözleşmesi sezon sonu bitiyordu. Juventus ve Real Madrid, bonservis bedeli ödemeden böylesine bir yıldızı kadrolarına katmak için pusudaydılar. Ancak "şimdilik" herşey rafa kalktı. Bu sabah Bayern kulübünden yapılan resmi açıklamaya göre, Schweinsteiger'in sözleşmesi 2012 yılına kadar uzatılmış. Bir önceki cümlede şimdilik dedim, çünkü atılan bu imza, yıldız futbolcunun gelecek sezon başka takımda oynayamayacağı anlamına gelmiyor. Nede olsa herkesin bir bedeli var. Kim bilir belki bu bedel Schweinsteiger'in yeni sözleşmesinde yazıyordur...
Santos Mirasierra, Ultras Marsilya grubunun amigosu, kimilerine göre sadece megafoncusu. Ama neticede Marsilya taraftarı ve tribünün önde gelen adamlarından biri. Yaşanan süreci tekrar yazmama gerek yok. Herkesce malum... Kefaletle serbest bırakıldıktan sonra Santos Mirasierra, ait olduğu yere, tribünlere, geri dönmüş. Resim dün oynanan Lyon-Marsilya maçından.
Barcelona 2 - 0 Real Madrid
İtalya Ligi Serie A'da 16. hafta mücadeleleri, Juve-Milan karşılaşması dışında sonuçlandı. Toplam dokuz maçta tam 35 gol atıldı. Bu gol adedi pek alışık olduğumuz bir durum değil. Bu hafta Serie A, Hollanda ligi tadında geçti diyebiliriz. Sezon başından bu yana geride kalan haftalara hızla bir göz attım. Bir maç eksiğine rağmen sezonun en gollü haftası geride kalmak üzere.Tabi bu bol gollü haftanın iki golünün Sampdoria'dan geldiğini de not düşmem gerek. Ender görülen bir durum. Sampdoria deplasmandan üç puanla dönüyor.
Rambo Yusuf'un ismi bu blog satırlarında yer bulunca, Uğur Tütüneker ve İsmail Demiriz ikilisini atlamam mümkün değil. Sarı-kırmızılı formayı giyen futbolcular arasından en sevdiklerim top 10 diye bir liste yapsam, banko 3-5 isimden ikisidir. 2000'lerin başında ortak olup kebapçı açmıştı bu ikili. Bugünlerde akıbeti nedir bilemiyorum.
Türkiye'de yeni yeni gece maçlarının oynanmaya başladığı zamanlar. Dönemin tek ışıklandırılmış İstanbul stadı, İnönü, Galatasaray-Fenerbahçe derbisine ev sahipliği yapıyor. Şiddetli sağnak yağmur var. Galatasaray karşılaşmayı Tanju'nun golleriyle 2-1 kazanıyor. Ama o akşama dair aklımdan silinmeyen tek sahne, bizim Rambo Yusuf'un taç çizgisi kenarında, Fenerli Arap İsmail'in kafasına salladığı tokat... Bir kaç saat önce, beni yıllar öncesine götürüp o nostaljik dakikaları tekrar yaşatan Morgan De Sanctis'e teşekkür ederim...
Şimdilerde Yusuf Altıntaş, nam-ı değer Rambo Yusuf

Juventus, Galatasaray, Real Madrid ve Inter gibi bu sezon sakatlıklardan yana muzdarip bir başka takım da Feyenoord. Denny Landzaat, Jonathan de Guzman, Michael Mols, Andwele Slory ve Luigi Bruins gibi futbolcuların arasına son katılan isim, haftasonu oynanan Vitesse maçında sakatlanan Tim de Cler oldu. Bu gelişmelerin ardından Hollanda kulübü Erasmus Üniversitesi Sağlık Merkezi ile çalışma kararı almış. Feyenoord'da sakat oyuncuların çokluğunun yanı sıra, en çok can sıkan nokta, sakatlanan futbolcuların iyileştikten kısa bir süre sonra tekrar sakatlanmaları. Bunun nedeni olarak üzerinde durulan nokta ise yanlış antreman... Üniversite'yle yapılacak ortak çalışmada da ilk olarak takımın antreman metodlarının inceleneceği söyleniyor. Feyenoord'un ligde ki durumu ise içler acısı. Ne zaman baksam, sürekli puan kaybetmekteler. Lider AZ ile aralarında 13 puan var ve 11. sıradalar.... Yazının başlığına gelince; ülkemizin güzide gazeteleri ne zaman bir takımda sakat sayısı artsa bu başlığı atıverir; CimBom Sakata Geldi.. Tıpkı basketbolda farklı kazanan Efes Pilsen için Efes Köpürdü ya da Türk Telekom bir maç keybettiğinde Telekomda Hatlar Kesik klişeleri gibi..
Hafta içi Inter-Pana maçı sırasında bir arkadaşla konuşurken ismi geldi aklıma. Emmanuel Olisadebe vardı bir zamanlar. Nijerya asıllı Polonyalı. 2002 Dünya Kupası'nda Polonya forması giymişti. Hatta Panathinaikos formasıyla Fenerbahçe'ye karşı da oynamıştı. En son Portsmouth'a kiralık gittiğini duymuştum. Sonrasında izini kaybettirdi. Nette bakındım, akıbeti nedir diye.. İki yıl önceymiş İngiltere macerası, sadece iki maçta görev yapabilmiş. Şuan Henan Jianye adında bir Çin Süper Lig takımında forma giymekteymiş 29 yaşındaki Olisadebe...
Markus Babbel kas erimesi olarak bilinen ve çok nadir görülen bir sinir sistemi hastalığına yakalanmıştı. Yıllar önce Futbol Mundial'de, onu tekerlekli sandalyede görünce durumun vehametini daha iyi anlamıştım. Ancak o gün yılmadığı çok belliydi. İnançlıydı, programda yeniden, yavaş yavaş adım atmaya başladığını ve tekrar sahalara döneceğini söylüyordu. O zaman izlerken, iyileşse de sahalara dönebileceğini düşünmüyordum. Meğer bu düşüncem sadece altı boş bir öngörüymüş. Nitekim Babbel yaklaşık bir sene bu hastalıkla boğuştuktan sonra eski sağlığına kavuştu ve 2003 senesinde futbola geri dönmeyi başardı. 2007 Mayıs ayında aktif futbol yaşantısına nokta koyan Babbel, 2007-2008 futbol sezonunu, futbolu bıraktığı kulüp olan Stuttgart'ta teknik direktör Armin Veh'in yardımcılığını yaparak geçirmiş. Markus Babbel, geride bıraktığımız hafta ise görevden alınan Armin Veh'in yerine teknik direktör olarak göreve getirildi. 36 yaşındaki teknik adam, teknik direktörlük kariyerine bugün 2-0'lık Schalke galibiyetiyle başladı.
Maçı Joe Cocker yorumluyor sandım. Ta ki John Gregory'nin ismi tellafuz edilene kadar. Gregory bir ara gaza gelip "unchain my heart" diye haykırsa, yine şüphe edebilirdim durumdan. Neyse maça geçelim. Pozisyon açısından tatmin edici olmasa da çok keyifli bir karşılaşma oldu. City adına maçın en iyi ismi kaptan Dunne, son dakika da neredeyse takımına puanı getiriyordu. Sean Wright Phillips'de çok çalıştı. Sağ kanat savunmasına sıkça yardım etti. Zaten Evra ve Ronaldo ikilisinin olduğu bir kanadın savunmasını sağ beke bırakmak tam bir intihar olurdu. Nitekim Ronaldo oyundan atılana kadar sonradan oyuna giren ve sağ beke yerleşen Zabaleta hücuma doğru dürüst çıkmadı bile...
Maçın hakemi Howard Webb, Ronaldo'ya ilk gösterdiği sarı kart sonrası Unitedlı oyuncuyu hemen oracıkta ikinci sarı kartla oyundan atabilirdi.Çünkü Ronaldo gördüğü kart sonrası hakemi alkışladı. Atmadı mı yoksa atamadı mı bilemiyorum.... Ronaldo'nun topa elle müdahale edip ikinci sarı kartı gördüğü pozisyon öncesi sanki bir faul düdüğü duydum. Ronaldo'da hakeme "düdük çaldın diye elle vurdum topa" der gibi jestler yapıyordu. Galiba Webb'in aklı ilk pozisyonda kalmış.
City'de Robinho etkisizdi. Menajer Mark Hughes'un değişiklikleri de açıkçası pek bir katkı sağlayamadı. Hele Elano tam bir hayal kırıklığı... Ji-Sung Park ve Evra, United'ın bence en iyi isimleriydi.
Maçın tek golünü atan Rooney, kulüp forması altında, - Everton ve Man. Utd.- kariyerinde ki 100. golü kaydetti. Bu arada City'nin striker modunda ki adamı Benjani Mwaruwari'nin kredisi nereden geliyor çözemedim. Geçen sezonun ilk yarısında Portsmouth formasıyla esince, tartışmalı bir transfer öyküsüyle City'e imza atmıştı. City kariyerindeki ilk maçına, Manchester United deplasmanında çıktı ve o maçta United kalesine bir gol bıraktı. Sonrası için yorumum; nizami yatış.. Açıkçası iyi sabrediyorlar.
Bu blog satırlarında, günlük gazete tadında şeyler yazıp, köşe yazarı gibi futbol yorumları yapmaktan imtina ediyorum. ama bugün rüzgara kapıldık. Karınca kararınca not düşelim dedik. (Dedik mi? Kimle istişare ettim bu durumu?.... TheDiagonal.Blogspot: Bir sosyal Sorumluluk Projesi)