Monday, July 30, 2007

Deplasman

Cumartesi günü oynanan Sampdoria - Cherno More Varna, InterToto Kupası maçından bir kare. Bulgar seyirciler deplasmanda oynanan bu maça fazla ilgi gösteremişler. Yaklaşık 20-25 kişi ya varlar ya yoklar. Maça gelince; Sampdoria 1-0 kazandı. İlk maçı da aynı skorla kazanmıştı. Böylece UEFA Kupası ön eleme maçları oynama hakkı elde etti. Ancak geçen sezondan süre gelen gol kısırlığı sürüyor. Umarım lig başlayınca herşey düzelir. Çünkü başkan çok iddialı konuştu. Taraftarı havaya soktu. Sonu hüsran olmasın da...-

Sunday, July 29, 2007

Bir İnceleme Konusu: TeleGol

Yayın saatlerinden ötürü TeleGol'ü son yıllarda izlemiyordum. Serhat Ulueren'in parlak takım elbiselerini, Adnan Aybaba şovu, Gökmen Özdenak'ın bağırarak toplumsal mesaj verme çabalarını, Telegol'ün fos özel haberlerini özlemişim. Ziya Şengül'ün yerine Selçuk Yula gelmiş. Bomba transfer diye buna derim işte... Lig başlasın ortalık biraz kızışsın "Adnan vs. Selçuk" serisinin DVD'leri satış rekorları kırar. Ama tek özleyeceğim olay Ertem Şener olacak. TeleGol'ün özel dosyalarını yavaş ve gergin bir ses tonuyla Ertem seslendirirdi. "Tarih 24 Şubat 1999.." diye başlar Alacakaranlık Kuşağı havası yaratırdı. Sanırım Ertem Şener Şampiyonlar Ligi'nin yayıncısı Star TV'de kalıp Ronaldinho'ya olan aşkını haykırmayı tercih etmiş.

Siyahi İtalyan

İtalya-Türkiye basketbol maçını izlerken aklıma geldi. Bir zamanlar üçlükleriyle pek çok takımın canını yakan Carlton Myers vardı. İtalyan milli takımında oynayan tek siyahi basketbolcuydu. Oynadığı her takımda 10 numarayı giyerdi. Cine5 vardı, İsmet Badem vardı, ilginç dribling stiliyle Ülker'in guardı Micheal Anderson vardı.

Eskiler Güzeldir!

Tomwood aradı. Gerçi iki pazardır arıyor ve hemen TRT-2'yi açmam yönünde direktif veriyor. Geçen Pazar seçimlerin karambolüne gitmişti. Ama bu kez affetmedim... İzlemem yönünde talimat aldığım programda bu haftanın konuğu Giuseppe Signori'ydi. Beppe'nin kariyerini anlatıyorlardı ve tabiki unutulmaz penaltılarını... Doğal olarak ekranda sık sık, Beppe'nin efsaneleştiği Lazio günlerinden görüntüler yer aldı. Böylece dönemin pek çok tanıdık simasını da görme fırsatı yakaladım. Bu isimlerden biri de Roberto di Matteo idi. Havlu bileklik furyasının ikon isimlerinden.

Friday, July 27, 2007

Zıplama, sesli konuşma, koşuşturma yok!



Alex Ferguson müthiş detaycı bir adam. Zaten öyle olmazsa ne bu başarılar gelir ne de bu istikrar yakalanırdı. Dile kolay 21 yıl... İskoç çalıştırıcı bu kez yeni transfer Nani'yi uyarmış. Genç Portekizli attığı gollerden sonra havada seri taklalara başlıyor. Ferguson'da bu durmun Nani için sakatlık riski taşıdığına inanmış olsa gerek ki oyuncusunun bu gol sevincinden vazgeçmesi için telkinde bulunmuş. Adam haklı, siz düya kadar para verip satın aldığınız yeni bir şeye gözünüz gibi bakmıyor musunuz?

Thursday, July 26, 2007

"Kaka"giller!

Digao ya da esas adıyla Rodrigo Leite... Milan'lı Kaka'nın kardeşi. Şuan 21 yaşında olan Brezilyalı oyuncu abisinin aksine savunmada görev yapıyor. 2005 senesinde Milan genç takımına alınan Digao, kısa bir süre sonra Serie B takımlarından Rimini'ye kiralanmış. Küçük Kaka için artık yeni macera başlıyor. 2007/2008 sezonunda Milan kadrosunda yer alacak olan Digao bu hafta başı takımıyla ilk antremanına çıktı. İlk bakışta Digao'nun A takıma alınmasını, Costacurta'nın futbolu bırakmasıyla kadro içersinde savunma bölgesine alternatif yaratma çabası olarak değerlendirebiliriz. Ama İtalya'da çıkan haberler göz önüne alındığında, Digao hamlesinin bambaşka bir amacı olduğu yazılıp çiziliyor. Bu amaçta, adı sık sık Real Madrid ile anılan Ağabey Kaka'ya daha rahat ve daha huzurlu bir ortam oluşturup, yıldız oyuncu ile İspanyol kulübünün olası bir temasını sonuçsuz kılmak. Kaka akıllı adam, Real Madrid'e giderek hata yapmaz. Zaten kardeşide gelmiş, aile saadetini de bulmuş. Ona yeter...

Wednesday, July 25, 2007

Sardırmaca by Mourinho

Linkten linke atlarken, Daily Express'de rastladım Jose Mourinho'ya. Bay Kibir Ferguson'u bırakmış, şimdi de Rafa Benitez'e sardırmış. Muhabbet hep aynı; çok transfer eşittir baskı... Kısa ve net "Gıcığım" Mourinho'ya...

Mourinho said: “The pressure is a bit higher on Liverpool because this season they can’t point at other people.In other years they could say, ‘Oh, these guys, they spend a lot of money, they have to win’. This season they have to have a different speech.”

Sold Out!

İngiltere Premier Lig takımlarından Reading'in 24.500 kapasiteli Madejski Stadı. Dün kulüpten yapılan resmi açıklamaya göre, sezon öncesi satışa çıkarılan ve en ucuzu 165 pound, en pahalısı ise 595 pound 18.000 kombine bilet tükenmiş. İlla Reading'den bir kombine kartım olsun diyorsanız, tek çareniz deplasman kombinesi almak. Gençlerbirliği başkanı İlhan Cavcav ise geçtiğimiz sezon kendisine tepki gösteren taraftarlara kızdığı için bu sezon kombine satmama kararı aldıklarını açıklamış. Siz daha tartışa durun; altıydı, altı artı birdi, özerklikti, FIFA mektubuydu, kulüpler birliğiydi...

Tuesday, July 24, 2007

Sefa Pezevengi

"10 Numara" pozisyonunda oynayan futbolcular Britanya futbolunda diğer ülkelere nazaran daha çok el üstünde tutulan, seyircelerin üzerlerine titrediği topçulardır. Üç sene Reggina formasıyla İtalya'da takılan Shunsuke Nakamura bu durum için önemli örneklerden biridir... Ki kendisi öyle ahım şahım bir "10 numara" değildir. Ama Celtic forması giyen Japon, biraz ligin zayıflığı, biraz seyircinin gazı ve biraz ortamın yarattığı özgüvenle İskoçya'da çoştu. Özellikle geride bıraktığımız sezon adeta tavan yaptı. Profesyonel futbolcular derneği , futbol yazarları ve taraftarlar tarafından yılın futbolcusu seçilerek sezonu hat-trick yaparak tamamladı. Nedir bunun sırrı diye sormuş olmalılar ki Nakamura İskoç gazetesi The Daily Record'a açıklama yapmış. Sır; germanyum adlı bir mineralle yapılan banyo keyfindeymiş. Derisini yumuşatan bu seanslar, oyununu geliştirmesine yardımcı oluyormuş Nakamura'nın... Vallahi ben kendisinin yalancısıyım. Şuan bunları yazarken düşündümde bir garip oldum. Nakamura küveti suyla doldurup iyice köpürtmüş. Germanyum mineralini de bastığı küvetin içine serilmiş yatıyor. Küvetin yanında bulunan sehpada da telsiz telefonu ve viskisi... N'oluyoruz ya!... Bana hemen Banu Alkan'ı bağlayın..

Monday, July 23, 2007

Higuita Gol Gol Gol

Kariyerinde 37'si penaltıdan olmak üzere 41 golü bulunan efsanevi kaleci Rene Higuita futbola geri dönüyor. 40 yaşındaki kaleci Venezuella'nın Guaros de Lara takımıyla anlaşmış. Kolombiyalı kaleci dünya futbolunda kendine has stiliyle önemli bir imgedir. Esasında onun ününe ün katan attığı goller değil, 1995 yılında Wembley stadyumunda topuklarıyla yaptığı kurtarıştır. Rene Higuita en son, yarışmacı olarak katıldığı Survivor ile ünlüler çiftliği karşımı bir prodüksiyon olan ve bir ada da gerçekleşen La isla de los famosos adlı programla gündeme gelmişti. Hey gidi İtalya 90...

Açılan Sandık Sayısı, Atılan Tur Sayısı!

Nurburgring'de yapılan Avrupa GP'si seçim atmosferinin yarattığı karambole gitti biraz ama yinede heyecan dozu üst seviyedeydi. Ekrana yansıyan, yağmurun başlamasına 5 dakika kaldığı bilgisinin 5 dakika sonrası bardaktan boşalırcasına yağmur yağması ile heyecandan açık kalan ağzımdan salyaların akması arka arkaya geldi. Ancak ilk sektör zamanında saniyenin binde ikisi kadar geride olan, heyecandan ötürü salya akma aksiyonu diğer iki sektörde arayı kapattı ve öne geçti. Damon Hill ve Schumi çekişmesini özlesek de F1'i seviyoruz kardeşim..

Bahtsız Bedevi-2

Sezon başı hazırlık döneminde futbolcunun ciddi bir sakatlık yaşaması hem futbolcu hem teknik direktör hem yöneticiler hem de taraftarlar için çok gıcık bir durumdur. Hele ki bu futbolcu yeni transferse, iki damla göz yaşı akıtsan yeridir. Yeni transfer Faubert'in başına böylesine talihsiz bir durum geldi. Ajax'lı Edgar Davids de ayağını kırdı yakın zamanda. Daha bu haberler tazeliğini yitirmeden yeni bir haber ilişti gözüme. Hugo Viana'nın cumartesi günü çıktığı idmanda sağ ayak tarak kemiği kırılmış. Genç oyuncu Osasuna'ya imza atalı belki bir hafta bile olmamıştı. Ancak kulüp doktoru Patxi Cipriain, Portekizli'nin yaklaşık 4 ay sahalardan uzak kalacağını açıkladı. Şuracıkta bu transferi yazmış ve Viana için yeni bir fırsat olarak değerlendirmiştim. Maalesef yaşanan talihsizlikten ötürü şimdilik bu transfer, Viana'nın Osasuna sağlık ekibini daha iyi tanımasından öte başka bir fırsat sağlamayacak.

Bayraklar Dolaplardan Çıkarıldı! Ütüleri Yapıldı!

Sampdoria sezonun ilk resmi maçına cumartesi günü çıktı. Inter-Toto Kupası'ndan UEFA'ya sıçrayabilmek için rakip Bulgaristan'ın Cherno More Varna takımı. Neyse, ilk maçı deplasmanda 1-0 kazandı Samp... Geçen sezon Catania-Palermo maçı ardından alınan kararlar nedeniyle tepkili olan Sampdoria taraftar grupları, sezon bitimine kadar bayrak, flama, pankart vb. materyalleri tepki amaçlı stada sokmuyordu. Ama sezona sayıları az olsa da Bulgaristan deplasmanında renkli bir giriş yapmışlar. Rövanş maçı için Luigi Ferraris'deki atmosferi merakla bekliyorum. Esas konu başka tabi... Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek, Genoa Luigi Ferraris'e nasıl gelecek?... Gerçi Luigi Ferraris'de Genoa'nın stadı ama olsun...

Sunday, July 22, 2007

Halay Başı


Neil Warnock, geçen Sheffield United'ın menajerliğini yapan Neil Warnock sezonun sonunda 8 yıl çalıştığı görevinden takımı küme düşünce istifa etmişti. Warnock, Yılmaz Vural'ın ingiltere'de ki updateli versiyonudur. Gerek saha kenarında takındığı tavırlar gerekse de basına verdiği demeçlerle İngiltere içinde repütasyonu oldukça yüksektir. 60 yaşına merdiven dayamış tecrübeli menajer şu sırlarda bir süreliğine futbol dünyası ile olan ilişkisini askıya almaya hazırlanıyor. Neil Warnock İngiltere'nin en çok izlenen programlarından biri olan "Strictly Come Dancing" yarışmasına dahil olacakmış. BBC'den teklif gelmiş ve büyük ihtimalle yeni sezonda juri üyelerinin karşısında partneriyle ter dökecek.

Friday, July 20, 2007

Blog'a çalım atan adam!

Futbolu bırakıyordu. En azından gelen haberler öyleydi. Bende şuracıkta yazmıştım. Ama Ajax'tan gelen teklif aklını çelmiş. Şampiyonlar Ligi'nde oynama fırsatı gelince geri çevirmek istememiş anlaşılan. Hayırlı olsun. Sevdiğimiz topçulardan. O nedenle blogumuza attığı bu çalımı görmezden geliyorum.

"The powerful striker was rumoured to be considering retiring from the game, but was convinced to carry on after talking to the Dutch club's coach, Henk ten Cate."

Thursday, July 19, 2007

Bahtsız Bedevi: Julien Faubert

Ada'da transfer piyasasını meşgul eden pek çok isim söz konusu. Haziran ayı boyunca gündemden düşmeyen futbolculardan biri de Bordeaux-Galatasaray maçlarıyla tanıma fırsatı yakaladığım Julien Faubert'di. Rangers ile West Ham United Fransız oyuncu için sağlam kapıştı. Ancak oyuncunun tercihi, kendi deyimiyle rüyalarını süsleyen Premier Lig oldu ve Temmuz ayının başlarında Faubert, yaklaşık 10 milyon euro bonservis bedeliyle West Ham United'a imza attı.
Ama güzel günler 23 yaşında ki Fransız oyuncu için uzun sürmedi. Julien Faubert , West Ham United'ın Sigma Olomouc ile dün oynadığı hazırlık maçında sakatlandı. Ve kötü haber bugün geldi. Aşil tendonundan sakatlanan Faubert'in yaklaşık 6 ay sahalardan uzak kalacağı kulüp doktoru George Cooper tarafından açıklandı. Menajer Alan Curbishley, 2008 yılının ilk günlerinde Faubert'in hazır olacağını söylesede bence Fransız oyuncudan bu sezon daha hayır gelmez. Böylece Julien Faubert sezonun "elde patlayan transferleri" listesine şimdiden girmiş gözüküyor. Ama bu adam zaten bahtsız be kardeşim... 2007'nin başlarında bir karşılaşma sırasında -Lig maçı olsa gerek- kendi takım arkadaşı Marouane Chamakh ile çarpışıp burnunu kırmıştı. Aklıma Pingel geldi birden. Sene 1994... Fener'e her gol atan adamın bir sezon sonra sarı-lacivertli formayı giydiği zamanlar... Bursaspor'dan Fenerbahçe'ye gelen Frank Pingel'in ya ligin ilk maçında ya da TSYD kupası maçında dizi dönmüştü. Kariyerine gayri resmi noktayı koyduğu andı.... Yukarıda adı geçen Julien Faubert ise daha genç, elbet toparlar deyip bizde noktayı koyalım....

Monday, July 16, 2007

Montella Çılgınlığı!



Sadece Türkiye'de olmuyor havaalanında oyuncu karşılamalar, kulüp binasına yığılmalar! Oransal oalrak tartışılabilir. Ancak Sampdoria'da Montella çılgınlığı yaşanıyor, bu açık... Benvenuto...

En Çok Kimin Taraftarı Var?

Başlıktaki soru ülkemizde ağızlara en çok sakız edilen konulardan biridir... "Aziz Yurttaşlarım!" diye seslenen siyasetçiler gibi, "25 Milyon taraftarımız" şeklinde konuşmaya başlayan kulüp başkanlarımız vardır. Onları dikkate alırsak zaten formül basit; 25x3=75... Ne de olsa üç İstanbul takımı dışında bu ülkede gerisi yalan.. Neyse, İtalyanlar'ın ünlü La Gazzetta della Sport gazetesi de son yapılan bir taraftar araştırmasına yer vermiş. Buna göre yaklaşık 60 milyonluk bir nüfusa sahip olan İtalya'da, Juventus %17.4'lük oranla en çok taraftara sahip olan takım. İkinci sırada %12.4 ile Milan bulunurken, Inter %11'lik oranıyla 3. sırada yer almış. Ancak 45-54 yaş aralığında en çok taraftarı olan takım Inter'miş. Bu durumu 1960'larda yakalanan büyük başarılarla ilişkilendirirsek sanırım hata yapmış olmayız. En genç taraftar profiline sahip takım ise Milan. Nam-ı değer Rossoneri 24 yaş altı genç taraftarlar arasında en çok destek gören takımmış. Kabaca hesaplandığında görülüyor ki İtalyan nüfusunun %60'ı başka takımlara gönül vermiş. Futbol zaten böyle daha güzel!

Sunday, July 15, 2007

Araba İstirem!

The People'ın haberine göre Everton menajeri David Moyes bu aralar çok üzgünmüş. Çünkü kulüp yönetiminden kendisi için yeni bir Mercedes isteyen Moyes'un bu talebi kabul görmemiş. Akabinde David Moyes kendini avutma moduna ayarlamış olsa gerek ki, arasının problemli olduğu Van der Meyde'den olaya girmiş ve "Onun Ferrari'si var da n'oluyor" şeklinde özetlenebilecek bir çıkış yapmış. Tamam, Van der Meyde'ye kılsın ama bu konunun onunla ne alakası ve be abicim...

Saturday, July 14, 2007

Hugo için yeni bir fırsat

Hugo Viana, sahip olduğu potansiyeli istikrarlı bir biçimde sahaya yansıtamayan adamlar kategorisinin önemli üyelerindendir. Sporting Lizbon'da ünlenen ismi, Newcastle United değirmeninde kaybolup gitmişti. Sonra Valencia'da çıktı karşıma. Genelde 4. hakemin yanında oyuna girmek için beklerken görürdüm hep. Yeni sezonda bu durum değişecek gibi duruyor. Çünkü Portekizli oyuncu Osasuna'ya kiralandı. İspanya futbolunun yıldız adaylarından Raul Garcia'yı A.Madrid'e veren Osasuna, orta sahada ki bu boşluğu Hugo Viana ile doldurmaya çalışacak. Valencia'dan bir yıllığına kiralanan Viana için bu trasnfer kariyerini yeniden toparlama fırsatı olabilir. Sürekli forma giyeceğini düşünürsek, söz konusu fırsatı iyi kullanacağını düşünüyorum. Futbolculuğuna inandığı adamı sonuna kadar kayıran menajer Tifo...

Sevgi ve Saygı Arayanlar

Olympiakos Real Madrid'den Raul Bravo'yu transfer etmiş. Resmi bir açıklama yapılmamış olmasına rağmen Olympiakos'un yaklaşık 1,5 milyon euro bonservis bedeli ödediği söleniyor. Aradığı sevgi ve saygıyı Yunanistan'da buldum ve imzayı attım diyen Raul Bravo, yıllığı 1.3 milyon euro'dan dört yıllık sözleşmeyi de başka yerde bulamayacağının farkındadır muhtemelen.

Uçak Genova'ya İniyor!


Sampdoria, Roma'dan Vincenzo Montella'yı kiraladı. Böylece Aeroplanino lakaplı golcü yıldızının parladığı formayla tekrar buluşmuş olacak. Tribünün en sevdiği adam olan Flachi'nin yaptıkları, bu transferle unutulacak gibi görünüyor. Kral öldü, yaşasın yeni kral!

Friday, July 13, 2007

Doğduğu Şehrin Takımı

Resimde ki adamı tanımayanınız yoktur.. Memlekette bir anda nasıl meşhur olduğunu çözemediğim ve bir özenti dalgasıyla her tarafa yayılan Livorno futbol takımının eski kaptanı Cristiano Lucarelli... ... Eski kaptan dedim çünkü futbolu dışında sergilediği saha dışı duruş nedeniyle hakkında pek çok makale yazılıp belgeseller çekilen Lucarelli artık Shakhtar Donetsk için mücadele edecek. Başkan Aldo Spinelli, Lucarelli ve Livorno taraftarının köşe başı olduğu üçgende yaşanan gerginlikler, 32 yaşında ki İtalyan futbolcunun doğduğu şehrin takımından ayrılma kararı almasına neden olmuştu. Lucarelli'nin adı pek çok takımla anıldı. Ve sonunda bu süreç Ukrayna transferi ile son bulmuş oldu. Bunca yıl Livorno aşkına kazanacağı büyük paraların çok altında top oynayan Lucarelli , imzladığı yıllığı 4 milyon avrocuktan 3 yıllık sözleşme ile feraha kavuşur artık. Livorno'da bu transfer sayesinde kasasına 8 milyon euro koymuş oldu.
Günün Kitabı: "Animal Farm" by George Orwell

Siyaset Üzerine

Tomwood yaklaşık iki ay önce hadi bir blog açalım ve yazalım dediğinde , Adnan Şenses'e dair bir şeyler karalayacağım aklımın ucundan dahi geçmezdi. Hele ki biri "Bodrum'dan döneceksin, daha İstanbul'a adapte olamadan blog'a Adnan Şenses resmi koyacaksın" dese "ah canım" şeklinde bir karşılık verip başını omzuma yaslayarak aradığı şevkati kendisine gösterirdim. Ama işin aslı başka türlü oldu! Biraz evvel haber bülteninde Adnan Şenses vardı. AKP'den göremediği sevgi, huzur ve kardeşliği sadece iki gün içerisinde MHP'den görmüş. Bu yüzden Pazartesi günü yakasına rozetini takıp MHP'ye geçiyormuş. Hayırlı uğurlu olsun. Ama ben başka bir şeye takıldım; Adnan abi Doğan Haber Ajansı'na MHP'ye geçiş hikayesini anlatırken başında niye ABD bayrağı üzerine işlenmiş USA yazılı şapka vardı ?

Friday, July 6, 2007

Bir karamelli Teen Age Riot frappuccino lütfen


Sonic Youth mucizevi bir şekilde yolunu birkaç sene evvel buralara düşürdüğünde sevgili Thurston Moore'la iki kelam etme şansım olmuştu. O zamandan beri daha da sıkı takip ettiğim solo artist, yetenek avcısı, emprovaze feedback manyağı, epey uzun boylu adamımız ve grubu bu sene birkaç festivalde efsanevi albümleri "Daydream Nation"u baştan sona çalacaklar. Bu eksende epey bir zamandır ne olmuş bitmiş diye didikleniyorum, kayıtlara ulaşmaya çalışıyorum. Yine bu didikleme günlerimin birinde Pitchfork'un Thurston'la yapılmış yeni röportajında okuduklarım ise beri hayrete düşürdü. Yeni materyal var mı sorusu üzerine Thurston, "aa evet, Starbucks compilation'ı için yapılacak bir şarkıyla uğraşıyoruz" diyince ekrana daha bir yakınlaştım.

Proje bir takım sanatçıların en sevdikleri SY şarkılarını seçip, üzerine iki not karalamasından oluşan bir toplama albüm niteliğinde. Bu kapsamda SY ise albüm için bir şarkı kaydedecekmiş. Hayırlı olsun diyoruz. Paul McCartney'nin Starbucks'a her uğradığımda "bunun burada ne işi var" diyip şaşırdığım albümünden sonra SY. Gerçekten enteresan. İki kahve alınca zaten bir CD parası verdiğiniz bir mekanda birçok grubun önünü açmış, çorba gibi olan müzikal alt kültürleri adeta uhu etkisiyle yapıştırmış, pop şarkısı ne demektir sorusuna yeni anlamlar katmış olan eskiden tamamen şimdi ruhen bağımsız, fazla üretken vs. vs. bir
grubun toplama dahi olsa albümünü bulmak benim içime çimdik atıyor. Zamanların ne kadar değişken olabildiğine zannediyorum en güzel örneklerden biri olarak zihinlerde uzun süre yer edecektir.

Öte yandan para basan, kazandığı paranın işleyişi ve dağıtımı konusunda her daim şehir
efsanelerine konu olmuş bu mekana bende gidiyorum, bizde gidiyoruz. Bunun ne kadarı iki yüzlülük bilmiyorum ama kişisel/pasif direnişler artık yorucu ve sonuçsuz gözüküyor. Moore'un kendisini de aynı röportajda gülerek belirttiği gibi "Starbucks yeni müzik dükkanı, değil mi?". İnternetin müzik paylaşımına çok net bir hız, çeşitlilik ve adalet getirdiği kesin ama ben hala CDlerimi daha çok seviyorum.

Son olarak bu projenin şu aşamada sadece Amerika'daki Starbucks'ların kasa yanındaki küçük CD standlarında yer alacağını belirtelim.



Konuyla alakasız dipnot:NBA off-season'ı hızlı geçmeye devam ediyor. Daha önce belirttiğimiz draft/trade analiz yazısı için biraz daha işlerin netleşmesini bekleyeceğimizi, ondan sonra birşeyler karalayacağımızı buraya not düşelim.

Kinesio Taping by Ivanovic


Wimbledon tüm hızıyla devam edemezken dün öğlen saatlerinde harika bir maç izledik. Benim kişisel favorim, WTA'in ilk İstanbul ayağında henüz final oynamamışken ona buna "bakın bu kızda iş var" dediğim Nicole Vaidisova, çetin cevize çarptı ve Roland Garros finalisti Ana Ivanovic'e, hem de üç kez maç puanı şansı eline geçmişken maçı verdi. Dikkatimi çeken ise Ana Ivanovic'in dizindeki Kinesio Taping'di. Bu konuda daha önce Beckham odaklı bir girişimiz vardı, trend'i takip edelim, bir örnekte Wimbledon'dan koyalım istedim. "O da neymiş" diyenler linki tıklayabilir.

Varyemez Kolombiya


Gece yarısı kaçan uykuya beklenenden daha güzel geçen Copa America derman oldu. Derman oldu derken gecenin asıl maçı Arjantin - Paraguay maçından bahsetmiyorum. İki futbol özürlü takımın maçından, Kolombiya - Birleşik Devletler maçından bahsediyorum. Kolombiya'yı ufakken severdik, belli bir çekiciliği vardı. Geçen Tifo'yla da konuşuyorduk, yolda Chelsea forması giyen birine değil de mesela Yeovil forması giyene daha dikkatli bakılır diye. Kolombiya da o hesaptı eskiden. Şimdi o Kolombiya'nın yerinde yeller esiyor. Dan dun takımı olmuşlar. ABD'yi söylemiyorum bile. Bir ton gol yiyip, uçaklarına atlayıp döndüler gerisin geriye. Kolombiya zaten Venezuella'nın dibinde, belki onlar elde olmadığından varyemez amcalık yapıp otobüs falan tutmuşlardır. Her neyse, maçın bitimine yaklaşık 10 dakika falan kalmıştı ki, Kolombiya kalecisi ayakkabımı bağlayayım, bakkala gideyim, o ara amcaoğluna uğrayıp iki lak lak edeyim, dönünce kale vuruşunu kullanırım diyince haklı olarak ikinci sarıdan kırmızıyı gördü. Kendisi sahayı terketmeyi falan reddederken bir de baktık ki zaten tüm oyuncu değişiklik haklarını kullanmış olan Kolombiya kalecisiz kalmış (bkz. Panter Pancu). Kaleye maç içinde penaltı kaçırmış olan Rodallega geçti, ABD kalan 5 dakika pozisyona girmeyi bırakın şut bile atamadı. Futbolda ne yapılmaz, nasıl çirkef olunur, ABD biraz daha yatırım yapsa bir 10 sene içerisinde Dünya Kupası'nda final oynar mı sorularının cevabını da almış olduk. Zaten tüm bu parodi sonrası uykum geldi, gittim yattım.

Wednesday, July 4, 2007

Diagonal Exclusive: NBA Madness


NBA draftleri üzerine önümüzdeki günlerde iki laf karalayacağımı belirtip geçen haftasonu Caddebostan sahilinde gerçekleşen NBA Madness etkinliğinde çektiğimiz birkaç foto ve anektodu paylaşayım isterim. Sıkıcı bir pazar gününü daha önceden gerçekleşeceği haberini almama rağmen üşenip bay geçmeye karar verdiğim NBA Madness'la değerlendirmeye karar vermem aslında benim için çok sürpriz oldu. Haftasonuna dair daha iyi planlarım olur zannediyordum. Fakat bu da çok kötü olmadı. Organizasyon alanına arkadaşımla adım attığımızda oranın Caddebostan'dan daha çok Miami'ye benzediğini söyleyebilirim. Bir sürü meraklı bakış ve nisbeten serin havanın içerisinde her zamanki NBA abartılarına uzaktan bakmak bile organizasyon olarak NBA'in hala neden baş edilemez olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Ancak böylesine büyük bir organizasyonun merchandise stand'ının yok denecek kadar ufak olması hayal kırıklığı yarattı bende. Yine de NTV'nin haftasonu zaman zaman yaptığı canlı bağlantılar organizasyonu canlı tutmaya yetmiş gibi gözüküyordu. Gözlerim Kaan Kural'ı aradı, orada olsa bir röportaj gerçekleştirmeyi kafama koymuştum. Genç nüfus çoğunluktaydı ve pota bolluğu yaşanıyordu diyebilirim. Bizde kendi boyumuza göre pota seçip smaç basarak bir nevi tatmin yaşadık. O an hepimiz bir Gilbert Arenas, bir Dwight Howard olmuştuk adeta(insert smiley here). Eskiden Adidas Streetball'lara katılım göstermiş biri olarak maçların, özellikle de final maçının vasat geçtiğini söyleyebilirim. Takım adlarını, kişisel performansları pek hatırlamıyorum o yüzden yazmaya çalışmayacağım. NBA yıldızlarıyla boy farkınızı gösteren standlar, PS3 tanıtım çadırı (NBA Street Homecourt oynayan varsa görüşlerinizi almak isterim) ve NBA Europe Live standları ilgi çekiciydi. Ayrıca organizasyona katılımı arttırmak için düzenlenen ödüllü bir takım yarışmalar da renkliydi. Gerçi biz bunların büyük bir kısmını kaçırdık, zaten katılsaydık olmayan kondisyonumuzla muhtemelen üzerimizde tepinirlerdi o ayrı. Ekim ayında gerçekleşecek Timberwolves - Efes maçında daha çok merchandise satışı beklediğimizi, bu isteğimiz gerçekleşse dahi Kevin Garnett'in Phoenix ve Chicago'yla flört halinde olduğundan buralara gelememe ihtimali olduğunu belirtip bu yazıyı noktalayalım.

Lynchland


Sarah Silverman:Jesus Is Magic'i izlerken böyle bir filmi hakkını vererek kim yönetir, müzik direktörlüğünü yapar diye düşüncelere dalmıştım ki beni pek şaşırtmayan bir isimle karşılaştım:Liam Lynch. Bir radyo kanalının bundan epey bir zaman evvel sürekli pompaladığı "United States Of Whatever" şarkısından kendisini hatırlayanlarınız olacaktır. Sarah Silverman'la paralel bir mizah anlayışı içeren "Sifl & Olly Show" diye bir kukla parodi programıyla dikkatleri çekmişti kendisi 90ların sonunda. MTV'ye fazla gelen bu program yayından kaldırıldıktan sonra yönetmenliğe ve müzikal işlere daha fazla asılan Lynch, geçen gün eski dergileri toplayıp atma projem kapsamında 2004 tarihli bir Spin dergisinde tekrar karşıma çıkınca buraya yazmak şart oldu. Kendisinin 3 kedisi olması ve müzik eğitimini alırken beraber çalışma şansına eriştiği Paul McCartney'e "Bir Beatles cover grubu kursam davul çalar mısın?" şeklinde harkulade bir soru sorabilecek kadar içten olabilmesi beni kendisini daha da çok sevmeye itti. Albümlerinin içeriği post kabare tadında diyebilirim, yönetmenliği de keza öyle. En son Jack Black'in grubu Tenacious D'nin komedi filmini yönetmiş. Görebildiğimiz üzere bu insanlar birbirlerini kolayca buluyor, bizde kendilerine gülüyoruz. Belki Jack Black'e daha az gülüyoruz ama olsun. "Fake Songs" albümünün double disc versiyonunda bulunan kısa filmleri, animasyonlar ve Sifl & Olly benzeri bir takım enteresanlıklar da gayet ilgi çekici. Ayrıca kişisel bir not olarak SS ve Lynch benzeri saçmalıklarla en güzel giden çikolatanın Nestlé Nuts olduğunu belirteyim. Kendi sitesinde episodelar halinde yayınladığı Lynchland isimli bir podcast'te mevcut, oraya bakıp daha çok fikir edinebilirsiniz. Aşağı da beleş mp3 beklemekte.

Tuesday, July 3, 2007

Sarah Silverman nasıl bir kadındır?


Sarah Silverman nasıl bir kadındır. "Family Guy" ile birlikte uzun zamandır en çok güldüğüm şey kendisi. Geçen gece ilk uzun metrajı "Sarah Silverman:Jesus Is Magic"i tesadüf sonucu izledim. Bir süredir zaten e2’de yayınlanan "Sarah Silverman Program"ın teaserlarıyla meraklanan bünyeme ilaç etkisi yaptı. Kesinlikle politically correct olmak gibi bir derdi yok, zencilerden Yahudi esprilerine, bel aşağısı iğrençliklerden (Nejat Uygur gibi ilk aklına geleni söyleyerek değil) yaşlılara, cücelere ve cinsel tercihlere kadar geniş bir yelpazede çalışıyor kendisi. Herkese hitap edebilecek bir tarzı yok, birçok kişiyi sinirlendirdiğini ve bazı kesimlerce ırkçı ve ayrımcı olarak etiketlendirildiğini birçok yerde okudum. Hayatı boyunca çalışmış, Saturday Night Live'dan Seinfeld'e uzanan güzel bir CVsi var. Akıllı ve komik ve aşırı. e2'de yayınlanan show'u biraz daha ılıman iklim. Asıl olayı olan canlı performans kayıtlarını nette bulabilirsiniz. Youtube'da da epey birşeyler var. Dediğim gibi rahatsız olmanız gayet mümkün ama "A joke is a joke". Değil mi?

Dipnot:Kendi kültürel geçmişini plaj başında "Çılgın Türkler" okuyarak, gündemi ise 3. sınıf fantastico/comico politik kurgu romanlarından öğrendiğini zanneden amaçsız bir nesil ancak uzak olduğu kültürlerden kör topal beslenir ve bunları kool falan zanneder. Bu nedenle bu tip showlar kulağa çok güzel gelebilir ve aslında güzeldir de. Ancak show'u yapanın kendisi de bilir ki esas olan sadece gülmektir. Hayatınızı salak diziler etrafına örmeyin. The Diagonal: sosyal mesaj da verebilen spor, sanat ve popüler kültür sitesi.

Radar Live Televizyon Review'u


Sonradan gitmeyip, televizyondan izlediğime pişman olduğum (haftasonum çok sıkıcı geçti ve hala gencim) Radar Live’dan aklımda kalanlar:
  • Bodrum Beach Club’larından (merhaba Tifo bey) farkı olmayan bir atmosfer
  • Daha önce buraya iki kez uğradıklarında “eehh” çektiğim ve gitmeyi reddettiğim Nouvelle Vague’un aslında pek bir dinlenesi olduğu. Sadece özelliksiz cover albumler yapıp bunların farklı olduğunu iddia eden gruplara katlanamam. Bunları da öyle zannediyordum, biraz daha iyisi çıktılar. Bossanova, Supernova.
  • Marilyn Manson çok yaşlanmış, çok sıkıcı, çok kullanım tarihi dışı, çok sesi kısık, çok, çok, çok, çok.
  • Horrors denen grup “horrific” gerçekten. Kötü anlamda.
  • Rashit’i gördüm bir ara. Solist bey sahneye bu kadar hakim olamamayı nasıl becerebildi ve o kadar kız nasıl eğleniyormuş gibi davranmayı başarabildi bilemiyorum. Küresel ısınmaya karşı harekete geçtim ve televizyonu kumandadan değil üzerindeki tuştan acilen kapattım. Bu arada belirtelim blogumuzun Rashit grubuna karşı negatif bir tavır içinde olduğu doğru değil, sadece inanılmaz derecede sıkıcı olduklarını düşünüyoruz o kadar.
  • Long Blondes’u göremedim. Eminim iyiydi. Keza CSS ve Jamie Lidell için aynı şeyi söylemek mümkün olurdu zannediyorum.
  • Juliette and the Licks kadar müzikle alakasız bir poz grubu çok az gördüm. Demek ki neymiş, mankenden oyuncu olmazmış. Canlı Canlı.

Buraya gitmediğim bir festivalin resimlerini koymayacağım. Arayan zaten kesin bulur, katılım güzel gözüküyordu. Tebrik eder, gelecek sene için yine tatlı bir line-up isteriz.

Monday, July 2, 2007

Yolcudur Abbas Bağlasan Durmaz!

Ben gidirem kardaşlarım...Deniz, güneş ve frozen ekseninde 7-8 günlük dinlence bünyeye iyi gelir. Oralardan fırsat bulur yazacak birşeyler bulursam blog'un taşra baskısında yayınlarız. Zaten boş kalmaz blog merak etmeyin. Buralar tomwood'a emanet. Artık Radar Live'ı mı yazar, yoksa NBA draftından mı girer ortama bilemeyeceğim... Ama illa karalar iki satır... Karalarsın di mi Tomwood?