Friday, June 22, 2007

Multi Fonksiyonel Yazı


Sevgili Diagonal okurları,

İki haftadır susmayan telefonlarım, "neredesin, neden yazmıyorsun" çığlıklarınız beni acilen tekrar yazmaya, arayı kapatmaya ve hatta Monte Carlo'dan yurda dönmeye itti. Bu arada blog'umuzu sahipsiz bırakmayan, analiz üstadı, sevgili ortağım Tifo'ya teşekkürü bir borç bilirim. Herşey bir tarafa Monte Carlo'ya gidebilecek param olsa, Monte Carlo'ya değil Prag'a falan giderdim. Ayrıca "telefonlarım" ibaresini kullanmakla yalan söyledim zira sadece bir tane telefonum var.

Efendim, sevgili Tifo’nun Diagonal sayfalarından daha önce verdiği “Televole Biraderler” haberine bir ekleme de benden gelsin.Kaç gündür yazayım sırf ben değil başkaları da gülsün diyordum nasip artık bugüne imiş.

Yıldız transferlerinde imza atıldıktan sonra toplar sektirilir, “Abi buraya” şeklinde gündüz flaşörleri patlatılır, dandik resimler çekilir malumunuz. Ertesi gün de bunları gazetelerin spor sayfalarında okuruz (Tabii haberi Milliyet’te okuyorsak, resimlerin nasıl kendi kendilerine deforme olduğunu ve renk kaymalarının nasıl bir ahenk oluşturamadığını gözlerimizi ovuştururken anlamaya çalışırız o ayrı.) . Roberto Carlos’un imza gününde de kenardan malzemeciler kıpırdanmaya, masaları, flamaları nasıl toplayacaklarını düşünmeye başlamışlardı ki Murat Özaydınlı yine bombalarını açık olduğunu unuttuğu mikrofonların önünde patlattı. Aziz Yıldırım’ın kulağına eğilip “ Bırakalım iki top sektirsin” diye lokal mahalle takımlarının fena halde geniş polo yakalı yönetim kurulu (!) mensupları gibi konuşurken birazdan “İki çay koy, Selim Abi’yle yukarı geliyoruz,yeni çocuğu izleyeceğiz” diyeceğini düşünmüştük ki, Murat Bey asıl baklayı Roberto Carlos’a doğru o zaman ağzından çıkardı:

“Can you play football?”

Bu vahim İngilizce’nin ardından Roberto’nun 15 senelik kariyerini hiçe sayıp sözleşmeyi yırtmasını bekledik ama olmadı.Bu paragrafı “Türkçe düşünüp İngilizce konuşmaya çalışanlar” olarak etiketlendirmek ayrıca mümkün.

“Biraz da Gülelim” köşesinden daha mühim şeylere geçelim. Hava haftasonu 45 derece olacak diyorlar. Doğrudur. Daha dün evde, bizim oralarda pek rastlanmayan ölçülerde bir sivrisinek ve iki arı öldürdüm ki gerçekten boyutlarını görünce sevgili kedim çirkin arkadaşlarını çağırdı zannettim. Bu ve benzeri apokaliptik mevzular üzerine filmler, belgeseller çekilmeye de devam ediliyor. ”11th Hour” bu serinin son halkası. Mihail Gorbaçov’dan, herkesin favori bilim adamı Stephen Hawking’e, 50’nin üzerinde kendi alanında uzman bir persona takımı bu filmde boy gösterip, uyarı ve hatırlatmalarda bulunuyorlar. Filmin anlatıcılığını Leonardo Di Caprio üstlenmiş. Sevmeyeni kesin vardır ama sevenler sevmeyenlere anlatsın durumu ortaya çıkmasın diye estetik/kıskançlık/nefret üçgeninden sıyrılıp bir göz atmanızı tavsiye ediyorum. Buralarda ne zaman gösterilir bilemiyorum ama “An Inconvenient Truth” ile birlikte “Boş zamanlarımda Discovery izliyorum” kitlesine biraz gerçeklik kazandıran bu furyanın belli bir fayda sağladığı aşikar.

Filmlerden devam. Boogie Nights ile gönlümüzü kazanan, Magnolia ile “Hm.”, Punch Drunk Love ile “Eh.” dedirten Paul Thomas Anderson yeni filmi “There Will Be Blood” ile geri dönüyormuş. Bu sefer “Hm.” dedirtmesini umuyoruz. Kendisi gibi karakter analizini hakkını vererek yapabilen az insan var. Ayrıca "Author" triplerine yüz vermeden mütevazılığını korumasını da seviyoruz.

Geçen pazar Beastie Boys konserindeydik. Bu adamları uzun senelerdir beraber takip ettiğim Önderen Bey ile kurtlarımızı güzelce döktük. Bir ara yan taraftan gelen "Wu-Tang Clan Muthafucka!" - en azından böyle bir tonlamayla söylediğini zannediyorum ki yanılıyor- seslerine kulak verdik ki ne görelim. Yurdumun güzide olduğu kadar sıkıcı eskipunk (punk şeklinde okunacak pank değil) topluluklarından Rashit'in solisti bey. Kendisine garip garip bakıp iki "C'mon....." çektik ama son single'ları diyecektim ki buralarda öyle şeyler olmadığı, en fazla maxi-single denen şeyin olduğu ve bunun için Yonca Evcimik'e teşekkür etmemiz gerektiği aklıma geldi. Her neyse son KLİPŞARKILARInın da enfes derecede sıkıcı olduğu aklımıza geldi ve işimize baktık. Zaten konser pek güzeldi, Root Down ve Brass Monkey'de pek coştum ben. Ertesi gün Beastie Boys'un yeni albümleri "The Mix Up" için Yeni Melek'te bir özel show düzenleyeceğini duyduk. Aradım. Yalanladılar. Doğru çıktı. Sinirlendik. Kimbilir hangi züppeler hangi çerez akşamlarına alet ettiler bu muhteşem olması muhtemel konseri. Kendilerine yeni Rashit şarkısını armağan ediyorum ki canları epeyce bir sıkılsın. Bu olay hakkında detayları öğrendikçe burada yazacağım. Son bir not, elimde iki tane setlist var, isteyene bir tanesini hediye edebilirim. Taliplerin Jennifer Connelly'ye benzemesi tercih edilir.

Bu arada Norah Jones geliyormuş. Ben kendisinden önce sahne alacak M.Ward'u izlemek çok istiyorum, Norah Jonesever Tifo'ya buradan duyurayım:Haydi gidelim. Okuyucularımıza da M.Ward'un son albümü "Post-War" tavsiyem olsun. Ayrıca Caz Fest. kapsamında yeni yetme akınına uğrayacak olması muhtemel Blonde Redhead(Haydi gidelim), Anthony and the Johnsons ve bence en mühimi "Spike Lee Presents; The Movie Music Of Spike Lee" var. Linkten detayları öğrenebilirsiniz.

İlerleyen günlerde sentezsiz bir tez/antitez Smashing Pumpkins yazısını buradan okuyabileceğinizin haberi vererek bu akşamı kapatıyorum. Haftasonu aşağıya için bir mp3 bıraktım. Şapkasız dışarı çıkmayın.

Saturday Looks Good To Me - Can't Ever Sleep



No comments: